Hevesle Başlayıp Yolda Kalan: İşte benim İpek Ablan!
- Ipek
- Jun 28
- 3 min read
Updated: 5 days ago

Zihnim karman çorman.
Okumak, dinlemek, düşünmek, yazmak, üretmek, paylaşmak istiyorum.
Aniden motive oluyor; heyecan verici bir hedef hayal edip azimle, merakla çalışmaya başlıyorum.
Bir anda epey yol alıyor; sonrasında kaçan hevesimin ardından bakakalıyorum.
Yarım kalan projeler, değişen hayaller, sibobu bozulan hevesler…
Maddi manevi ödenen bedeller...
Ardından gelen varoluşsal sorgular ve yetmezmiş gibi, zaman zaman, henüz hiç duvarlarıma çarpmadıklarından olsa gerek, hiç sormadan yüzüme fikirlerini çarpma, hatta yargılama densizliği gösterebilen az pişmiş homo sapiensler…
Bir akşam, “Yine iyi bir son olmadı,” dedim ona.
Anlattığım şey aslında tanıdıktı.
Yine çok hevesle başlamış, yine çok emek vermiş, sonra yine yönümü değiştirmek zorunda kalmıştım.
Mutsuz olduğum yere kazık çakmak bir seçenek değildi benim için.
Yolda olmak ise bir seçenekti.
Bu yeni kararın eskilerden farkı yoktu aslında.
Ama yine de bir yorgunluk, bir sitem, bir hayıflanma hali çöreklenmişti üzerime.
Tam o sırada durup dedi ki:
“İpek, belki senin görevin o şeyi bulmak değil, onu aramak. Belki senin varoluşun, o hazineyi ararken çıktığın yolculuktadır. Belki asla bulamayacaksın. O yüzden yolculuğun tadını çıkar.”
Bu söz içimde devrim yaratmadı.
Ama beni olduğum noktaya, zaten çoktan vardığım, benimsediğim o kabul haline geri çağırdı. Kendime geldiğim, gözümdeki buğunun silindiği o küçük anlardan biriydi.
Ve bazen, en büyük farkı yaratan şey yalnızca hatırlatılmaktır.
Canımsın Hamit Levent <3
Evvelden zaman zaman hayıflandım.
Ama şimdi biliyorum:
Benim varoluşum bu devinimde saklı.
Mükemmellikten çok uzak, ancak canlı, dürüst ve bana ait.
Heyecanımla hayallerim arasındaki kestirme köprüler, mükemmeliyet uçurumuna düşmemi engelledi bugüne kadar.
Zihnimi uçuruma odaklamaktansa, hayalime giden köprüde hevesimi yakıt, odağımı katık edip yolda kalmayı başardım.
Yakıtım ve katığım azaldığında yavaşladım, tükendiğinde yolumu değiştirdim, belirsizlik ve korkunun üzerine giderek.
Sözüm, yolum, içim: Ben kimliğimi devinim içinde şekillendirdim.
Her sapak yeni bir ben, her mola bir yeniden doğuş.
Yeterli olmadığım halde işlere girişip, “Göç yolda düzülür” mottosuyla bazen girdiğim odalardaki en yetersiz, en verimsiz, en birikimsiz insan oldum.
Bu anlayışla düştüğüm yollar, o girdiğim odalardaki yetkin kişilere duyduğum takdir ve onlardan aldığım ilham, benim hayat yolculuğumun inşasında önemli belirleyiciler oldu.
Cesaretimle yön buldum, eksiklerimle öğrendim.
Gereken bedelleri hep ödedim, hala ödüyorum.
Yorucu mu?
Evet.
Ama aynı zamanda beni canlı tutan, hayata bağlayan döngü bu.
Yıllardır şehir değiştiriyorum.
Sıklıkla, cesaretle.
Bunu turist olmanın ötesinde, pusulası umuda dönük bir hayal gezgini olmaya çalışarak yapıyorum.
Kentlerle bir bağ kuruyor, geçici de olsa kök salıyorum.
Hem akışkan kalıp hem bağ kurabilmek, benim hayata meydan okuma biçimim.
Barcelona’da bir pastane, Bangkok Çin Mahallesi’nde ya da Prag’ın tarihi kent içindeki bir caz kulübü, Girit'te bir yoga stüdyosu, Hamburg'da bir sinema salonu, İstanbul'da bir çay ocağı, Madrid'de bir ağaç dibi...
Bir yere ait olmayı sabitlenmek değil, hissedebilmek olarak görüyorum.
Yalnız değilim.
Bazen tüm bu duygularla baş başa vermiş yalnızlığımızı kutlarken, Tezer Özlü’nün tüylerimi ürpererek okuduğum satırları geliyor aklıma. Bir anda yalnızlık kutlaması şölene dönüşüyor:
“İnsan, hem yaşamı, bize sunulan en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu. Gelişigüzel geçip gidilecek bir olgu değil insan varoluşu. Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir HER ŞEY. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı GİTMEK olarak algılıyorum.” Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, 1993
Sonra Oğuz Atay’ın Burhan’ı geliyor masamıza, yanı başıma çekiyor sandalyesini.
Keyiften dört köşe oluyorum:
“Neymiş efendim? Hiçbir işin sonunu getirmemişim. Siz başlamayı bile göze almadınız.” Oğuz Atay, Tutunamayanlar, 1972
Terk edildim bazen.
Bu varoluş biçimime saldırarak; canımı yaka yaka gittiler.
O sırada Zülfü Livaneli abim koştu imdadıma, diğer yanıma da o bir sandalye çekti, tuttu elimden ve başladı mırıldanmaya:
Ah benim sevdalı başım
Ah benim şair telaşım
Ah benim sarhoşluğum
Ah çılgın yüreğim
Sus artık, uslandır beni
Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler, yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm
Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım
Ah yalnızlıklarım
Gel artık, uslandır beni
Bir es verdiğinde dönüyorum Zülfü Abi’ye:
“Boş ver melankoliyi Zülfü Ağabey.
Hadi gel, güzel bir çay koyup içelim.
Sonra hiçbir şeyimiz kalmaz!”
Çayları ince belli bardaklarımızdan sindire sindire mideye yuvarlarken bir güzel dertleşiyoruz.
Yorgunluğumuz hafiflerken ansızın bir sandalye daha çekiliyor masaya. Gitarını çıkarıyor Neil Young kılıfından ve dudaklarının arasından o cümleler süzülüyor:
I want to live
I want to give
I've been a miner
For a heart of gold
I've been to Hollywood
I've been to Redwood
I crossed the ocean
For a heart of gold
I've been in my mind
It's such a fine line
That keeps me searching
For a heart of gold
Ve bazen, gerçekten de yolun kendisi ödül oluyor.
Ayakların yorgun, zihnin karmaşık, kalbin belki hala çırpınırken…
Ve anlıyorsun: Evet aramak her zaman bulmak demek değil.
Ama bu kez…
Bu kez o heart of gold, karşına gerçekten çıkıyor.
Üstelik yolda.
Şu an yanımda.
Altın kalpli biri.
Ve ben, bir kere daha inanıyorum:
Yolda olmak, bazen gerçekten varmak demektir.
Comments